13 Temmuz 2012 Cuma

ufak ufak adımlar atıp dans ediyorlarmış,
yeşil taytlı,
Pippi-Uzun Çoraplı Kız saçlı,
kızıl benli,
beyaz suratlı,
etsiz bedenli,
uzun kulaklı cinler,
karnının ve bir tanesi burnunun üstünde.

8 Şubat 2011 Salı

alış-kanlık akış-kanlık

o giderken yollar çamurluydu.
arka koltuğa basan,derinden,inceye,kadife çizgiler oluşturan ayakkabılarımın burunları canımı acıtıyordu.
günlerce,saatlerce,bazen güneşi gözümün içine sokan,
bazen yağmur damlarının hangisinin düşüceğini bilme oyunumun
zemini, pis gri,sol köşesinde üç yolun yürüdüğü çatlağıyla,
uzun süre izlenince ince çizgilerini belli eden arka camdan,
ona bakıyordum.
uzaklaştıkça ağaçlar büyüyordu,evler büyüyordu.
bir aksaklık vardı gidişimizde:babam yoktu.

kapının kolunu kendine doğru çekmiş,annem kapıyı kilitlememişti sanki.
kadın adamı bırakmıştı,ilk defa.
adam kadını bırakmıştı ilk defa.
aşk vardı, evet.
ama aşk olmuyordu.

yolun ortasından, sol tarafa doğru yürüken bacaklarının gölgesini parlatıyordu güneş.
çamurun parlayan suyunu hatırlatıyordu babam.
ölmüştü ya da gitmişti, aynıydı.

iki koltuk arasından kafamı uzattığımda tüm dünya yer değiştirmişti.
sağ tarafta annem değil kardeşim vardı.
sol tarafta babam değil annem vardı.
biz gidiyorduk ama ağaçlar, dağlar küçülüyordu.

otuz altı saat boyunca, koyun sürüleri: pamuk tarlalarıydı,çam ağaçlarının arasında.
on iki saat boyunca, beyaz noktalardı koyun sürüleri,çam yumaklarının arasına serpiştirilmiş.
kırk sekiz yaşında hatırladım, müzik kutularından,çirkin palyaçoların fırlamasından korktuğumu
ama ç-almak istiyordum.
hem kolu çevirmek hem de küçük metal şişkinliklere dokunup,
hızla onları bırakan demir küçük çubuklar olmak istiyordum.

babalar mucize yaratamaz.
alış artık!

basitliğin akıcılığı saracak seni de, ne kadar sıkılsanda bundan,
kabul etmek zorunda kalacaksın.
hiçliğin ayak bileklerini kırışını seveceksin.
sere serpe kalmayı seveceksin,yığılmayı.
ve bazen (s)-avunmayı.
oyuncaklar ç-alacaksın çocuklardan.
en eskilerini.

çoğu zaman kuru kalacaksın, yalnız köklerin nemle beslenecek hep,ölmeyeceksin.
ama bu asla sana göre "yaşamak" olmayacak.
kayalardan çıkmış,arsız köklerinle bakacaksın gökyüzüne.

maskeler göreceksin camlarda.
çukur gözlerinden,seyiren kaslarından tiksineceksin.
bahar elbiseli,annenin kokusunu taşıyan bir kadının göğüslerinin arasında uyanıp,dudaklarının arasında kalsın isteyeceksin asla senin için akamayacak pınarlarını.

2 Aralık 2010 Perşembe

bi-çilesi, bi-çim-lendiresi

sen hiç h-iç- gördün mü?
-bur-ada!
kana sinmiş bir çirkef çingene,çamura yatan her aşkta çamur.
(hop!ba-L-a! adamlar dolu.) Kur-deşen!, Kur-delen! hadi çocuum sokağa.

7 Kasım 2010 Pazar

annemin ne zaman,nereden içeri gireceğini bilmiyorum,
hemen (hemen)hiç.bir.zaman.
siyah iplikten yaptığım silahımı uzat,kırk numara merserize hani.
yat uyu biraz anne.
yine şişeleri dolduruyor.uz.
ab-ı hayatı göğüslerinden içiriyor.
sütün kaynaktandı,kaynağından kon.yaklar sızıyor.
olmaz,artık sen yapamazsın,işte..
senin göğüs uçlarında böyle dişlerimin arasında değiller miydi?
damağıma bulaştırdığın kadınlık, yirmilerin sonlarında,
üzerine muhtelif aromalar tadılmış,geçip gitmiş,
yüz.leş.me.sen.de.
hala tadını anarken,bir o kadar sevileni bulmam değildir ki korkun,değil mi?

28 Kasım 2009 Cumartesi

Katara'nın Odasındakiler

midesi bozuk,algısı akışkan bir sabahtı,
hiçliğini gördüm.
zaman geçti,
hiçliğimi buldum.
14 yaşında bir kız çocuğu doğurdum.
hoyrat,kızgın biraz,
kırgınım da biraz piçliğime.
her şey olabilirim, her şeyi yapabilirim.
ussum açık ama bilinçsizim.
hevesli tutkulara, yakalanmaya başladım bu aralar.
aklımın estiği yere koşarak gidiyorum..
her şey gelebilir başıma.
kısa,çiçekli,rüzgarlı,kırmızı bir elbise giyen,
şehrin gürültüsüne bakmayı seven,
üç kara kedili,bir anneli,
hüznünü hep uzaklara döken,
üşüdüğümü anladığında,hemen camı kapatan,
sızmışken ben büyük bir istekle ölümüme,
dudağıma nar kırmızısı rujlar sürüp,
aynalara suretimi sevdirmeye çalışacak kadar iyi,
buse suratlı bir arakadaşım var.
konuşuyoruz bazen,kafamız yastıklardan düşmüşken edebiyattan.
yenmiş tırnaklarımıza oje sürüyoruz.
kanımı gördük dün bacak aramda.
tatsızdık,14'de kalmak istiyorduk biz.
sonra zorla, tekil,ucuz,
dramatikleşemeyen,arzulaşamayan,
tecavüzlerden bahsettim.
hiç hoşuna gitmedi.
küfürler ona babasının arkadaşlarını hatırlatıyor galiba..
neşelenmek için,
kim olduklarını daha sonra hiç hatırlamayacağımız kimseleri arayıp şarkı dinlettik.
sabah uyandığmızda ikimizde ilk kanamamızın ilk sabahı yerine,
96.daydık.
ve kısırlaştırsalar bile daha çok kanayacaktık.
ergenlerdik.

16 Kasım 2009 Pazartesi

fetus

ilk kadının içinden çıkalı yirmiüç yıl geçmiş..
sonrasında,kaç kadının suyunda zehirledim..
kaç üvey kadın kurtardı..
öz evlatları gelince odamıza,
yeni yuva arayanlar bile oldu vicdanlarından.


al içine,suyunda zehirle,
doğurma beni!
içine ölmek istiyorum!

7 Kasım 2009 Cumartesi

ikamet

- sözyetimi bıraktın. hem de beni, hem de kendine(!) kendini,beni bilmez...
benim içimde, kişisiz kalmış bir aşk,
uzaklarında; kömür dumanı asılı göğü, ışıkları loş,
köpeklerinin ağızları bulut püskürüyor,
kedilerinin karınları kılçık,
ayakları tek sayı bazılarının,
bazıları sıfır kuyruk.
güzel fahişeler, tespih sabırlı diğerleştirilmişler, ağzıbozuk adamlar...
ara sıra bir nine duası ılıklığı,
kapı eşiğinde gülüşmeler,az da olsa...
kimi yerlerinde; vanilya sabahları,
dönüştüren bir saksafon sesi,
beyaz kumları ezen çocuklar,
zeytinlikler, uzak görünürlerde,
yakınlarında, üzüm bağları...

sessizliğinin arasında bir iç çeksen,
patlayacak sanki tüm ışıklar,
yok olacak,
tüm yitirilenler ve tüm yersizliğim.

kanayaklılar mezarlığı

şehrin ortasında bir cami avlusunda, annesi ölmüş çocuk zenler ağlıyor..yerin dibine taşıyor erkekler bedenleri ve etli ekmek yiyorlar ardından.. annesi ölmüş kız çocuklarının içinde nisa ceninler, bedenlerine ağır. yağmur kokulu topraklar dökülüyor kızları ölmüş küldökenlerin içine.içleri daralıyor git gide.. hatunları ölmüş kaşık düşmanlarının uzuvları donuyor tenhalarda. onları arayan yok. kimse bir parçalarının kayıp olduğunu bilmiyor, umursamadıklarından. aynı sokaklarda, beyaz taşlar belleklerinde, gidenlerin dokusu parmak uçlarında, boyun kokuları burunlarında, acizliğin tuzu deşiyor benzer yaralarını. kaskatı olmuş elleri açılamazken hiç birinin, bir adam bağrıyor bilmedikleri bir dilde. daha da yabancılaşıyor bu törenler içlerindeki bitemeyen veda ayinine.. boyunlarına dolanmış içli, piç bir hiçlik ipi, kanlarını durduyor. bu şehirde ilk, camilerin ışığı yanıyor geceye ve kadınlar hep yabancı bir misafir bu camilerde.

27 Ekim 2009 Salı

müptezel

sigaraların nefes olduğu ilk an ve öldüğü son an,
tüm arsız gecelerin kalem biraları,
tüm sakız jelanitini hışırtıları, susuz..sussuz saatlerin sodaları,
varlığını indiriyor belleğime.
tüm kabuslarını, poşet halüsinasyonları.
reçetelendirilmiş -in'li haplar içinde aktığını sandığım gözüm, değmemezliğimi.
kovaya dolan su sesi, yalancılığını.
yokluğunda oynadığım tanrıcılığı,hissiz dişlerim indiriyor beynime.

22 Ekim 2009 Perşembe

tatsız

kanın soğumuş,
ruhun çekilmiş,
algıların ve salgıların donmuş,
için kapanmış bana.

30 Eylül 2009 Çarşamba

miss.so.s

so high.. be behind me again.
so ashamed.. can't dare to look.. u see me.
so tired.. lay down & hold my hand.
so ugly.. touch my chin..love me.
so little.. embrace me.
so regretful.. wait in the silence with me,
my wounder & the healer,
denier & the dreamer,
remember always my love.

3 Nisan 2009 Cuma

.Towanda.

Zamanın riyakârlığında asılı gülümsemesi, gece üç beş saatlerinde…
Yastığımda bir imparatoriçe rüyası:
Zihnimde çizili kehribar taşlı, yılanlı tahtı…
Vaşağın kalbi içinde…
Sıcak kanlar akar parmaklarından, kalın dudaklarını boyar birkaç saniyede olsa.
Kürkler yerlere sarkar ihtişamlı duruşundan.
Ve sesi; deniz dibi uğultuları…
Gözbebekleri görür gerçekten ve bakar çığlık çığlığa.
Kokular imparatorluğunda lanetlenmiş gerçek ten kokusu o.
Terk edilmiş yerlerin sebebi.
Rüzgarın kayaları, atların gerginliği…
Antagonisti küflü ruhların…
Saç diplerinde tohumlarını taşır, varlığın gerçek dünyasının.
Vücudunun çizgilerinde çimen ferahlığı…
Ve işi ‘izdüşüm’ , yüzüm ekranı.
Uyumadan önce kendime anlattığım masal kraliçesi.
Uyandığımda çocukken yediğim çikolatalar.

3 Mart 2009 Salı

taciturn

then i sing a rainbow song
just for your childhood
and then i catch the dreams
you can not dare to imagine
just i survive from your inside
from your hell
from your emptiness
from your taciturn soul

2 Mart 2009 Pazartesi

10 Şubat 2009 Salı

bal

İnan, ruhum kopuyor teninin beyazlığına.
İnan, öncem tam yine; ama ritimsiz.
İnan, vuruyor geceler senin tenine her an.
İnan, ruhum kopuyor gerçekliğinden, asla olmayan.
Aynaları var hayatın, sureti sana benzeyen, her yanda, damla damla akıyor çerçevelerinden çocukluğu yaşlıların ve kâbusları çocukların.
Acıların acılarım.
İnan, etrafın şehirler yıkıyor her notada, her durakta bile.
Bir senin saçların kalıyor özgür.
Bir senin yüzün masum.
Bir senin kelimelerin anlaşılıyor yok olmadan.
Bir sen kadın kokuyorsun,
Bir senin dudakların bükülüyor çocukça hala.
Bir sen soluk alıp verince hissedebiliyorum ensemdeki tüyleri.
Bir sen şarkı söyleyince hatırlayabiliyorum çocukluğumu.
Bir senin inadın, yara yapan kırmızı ayakkabıları isteyen çocuğunki kadar istek dolu.
Bir senin ağlamışlıkların kat kat midemin üstünden boğazıma uzanıyor.
Bir senin yok oluşların, geriye çekilişi yaşamımın başımın arkasından, unutuş.
Bir senin imaların ellerimin arasından uçup giden balonları anımsatıyor; hem acır içim hem merakla izlerim.
Bir sen kutlayabilirsin gerçekten anlayarak vazgeçişleri.
Bir senin yürüdüğünü hayal edince az, dar, renksiz, kısa sokakları dünyanın.
Bir seninleyken zaman, hızla kendi etrafında dönerken parmak uçlarına vuran rüzgârın sızısı gibi...
Bir senin uykun ölüme eş değil, masalları çocukların.
Bir senin ihtiyarlığını özlüyorum; öyle canlı öyle varsın ki her anını çizebiliyorum ömrünün.
Bir senin tenin karda parlıyor, ışıkla aynı hızda kayıyor.
Bir sen vuruyorsun sokağın ortasında duran topa bacağını bile unutarak, koparcasına koparırcasına her şeyi mekândan,
Bir sen vuruyorsun topa bulutlara kadar.
Bir sensin hikâyelerdeki kahramanların hepsi olabilen, toz mavi heyecanlı cümlelerin üstüne sinebildiği bir sen varsın.
Bir senin mırıltın yaprakların koyu yeşil, serin hışırtısı gibi.
Bir sen renklere ait değilsin, renkler sende uyuyor.
Bir sen içerken her yaşta oluyorsun sırayla.
Bir senin oturuşun şairleri anıyor tek tek.
Bir senin adımların şarkıları çalıyor bir bir.
Bir senin iç çekişin mut kokusu yayıyor birdenbire.
Bir sen üflüyorsun kaşları çatık bulut adamlar gibi içten.
Bir senin edan eskilerin İstanbul meyhanesi…
Bir senin varlığın istetiyor yıkmak duvarları, eritmek demirleri.
Bir senin tenine dokunmak nefesini tutup, maviye çıkmak ve sonra dalmak derinlerine susuzluğunun…
Bir senin gidişlerin şamanların imgeleri gibi…
Bir senin koşuşturan düşlerin evsizlerin ateşi...
Bir sen çırılçıplak koşar gibi izliyorsun pencereden, yağan yağmuru.