7 Kasım 2009 Cumartesi

ikamet

- sözyetimi bıraktın. hem de beni, hem de kendine(!) kendini,beni bilmez...
benim içimde, kişisiz kalmış bir aşk,
uzaklarında; kömür dumanı asılı göğü, ışıkları loş,
köpeklerinin ağızları bulut püskürüyor,
kedilerinin karınları kılçık,
ayakları tek sayı bazılarının,
bazıları sıfır kuyruk.
güzel fahişeler, tespih sabırlı diğerleştirilmişler, ağzıbozuk adamlar...
ara sıra bir nine duası ılıklığı,
kapı eşiğinde gülüşmeler,az da olsa...
kimi yerlerinde; vanilya sabahları,
dönüştüren bir saksafon sesi,
beyaz kumları ezen çocuklar,
zeytinlikler, uzak görünürlerde,
yakınlarında, üzüm bağları...

sessizliğinin arasında bir iç çeksen,
patlayacak sanki tüm ışıklar,
yok olacak,
tüm yitirilenler ve tüm yersizliğim.

kanayaklılar mezarlığı

şehrin ortasında bir cami avlusunda, annesi ölmüş çocuk zenler ağlıyor..yerin dibine taşıyor erkekler bedenleri ve etli ekmek yiyorlar ardından.. annesi ölmüş kız çocuklarının içinde nisa ceninler, bedenlerine ağır. yağmur kokulu topraklar dökülüyor kızları ölmüş küldökenlerin içine.içleri daralıyor git gide.. hatunları ölmüş kaşık düşmanlarının uzuvları donuyor tenhalarda. onları arayan yok. kimse bir parçalarının kayıp olduğunu bilmiyor, umursamadıklarından. aynı sokaklarda, beyaz taşlar belleklerinde, gidenlerin dokusu parmak uçlarında, boyun kokuları burunlarında, acizliğin tuzu deşiyor benzer yaralarını. kaskatı olmuş elleri açılamazken hiç birinin, bir adam bağrıyor bilmedikleri bir dilde. daha da yabancılaşıyor bu törenler içlerindeki bitemeyen veda ayinine.. boyunlarına dolanmış içli, piç bir hiçlik ipi, kanlarını durduyor. bu şehirde ilk, camilerin ışığı yanıyor geceye ve kadınlar hep yabancı bir misafir bu camilerde.